#EvdeKal - Corona Günlüğü - 3 - "Yeni Hayatın Yarım Romanı"


İşsiz ve güçsüz hayatımın sanırım 45.günü -veyahut o civarları- Kimi zaman izolasyonlu, kimi zaman yarı-oksijenli, eh tabi az biraz histerik çatışmalı ve yavaş yavaş odanın perdesine kurulmalı.. Günlerim böyle geçmekte ve artık oturduğum yerde en tanışık olduğum insanları bile sevm
emeye başlıyordum. Hem bu durumdan, hem de biraz olsun kendimden kurtulmak için çok sevdiğim ve herkesten sakladığım giz dolu defterimi açtım. Açmama sebep ise tek bir fotoğraftı ve o fotoğrafında yer aldığı yeni başlayan bir hayatın ilk gününü yazmıştım. Hayatımın en beter zamanlarının bitişi, yeni bir hayata başlangıç umuduydu o gün. Öyle yaşamak istemiştim. Öyle de yaşadım fakat sevilen klişe olan; "güzeldi ama çabuk bitti." Şimdi o günden kalan bu yazıyı yayınlamak istedim, bu kısa önsözden sonra. Okuyacak olanlara iyi okumalar dilerim.

                                                         -DUVARIN ARDINDAKİ ÇİMENLİK-                                                                
    -Ağustos 7, İkibinonyedi-

Algoritmaları topladım, bize ne haşa ama ustam gibi "kalemimin sapını gülle donattım" ve günlerce kafamda dolaşan güzel cümleleri kağıda dökmek için yola çıkıyorum.

(Sahne-Dış-Gün)

Yaşadığı son talihsizliği de hiç sayarak adam beklemeye başladı çok sevdiği semtin tam ortasında. Son ana kadar kendinden umutsuzdu adam, illa ki bir aksilik çıkacak ve yine kendine küserek geri gelecek, kendine dönecekti. Fakat ne hikmetse bu sefer öyle olmadı. Adam durdu, silkelendi ve kendini mağlup etmeye karar verdi, bekleyişini sonlandırdı. Bu önüne kendi elleriyle ördüğü duvara attığı ilk tekmeydi. Saat tam uyarına gelmişken, uzaklardan yavaş yavaş silüeti belli olan O'da gelmeye başlıyordu adama doğru. Adam ufka doğru bakıyordu, ne gariptir ki O'da gelmeye devam ediyordu. Yürüdükçe, adamın içinde atlar koşuyordu. O yürüdükçe; adamın kulağında çok sevdiği bir şarkının sözleri dönmeye başlıyordu - "kendiliğinden bu kırılma / bak yazıyorum beni baştan" -  

İlk selamından sonra sanki bütün semt siyah-beyaz, bir tek o renkliydi. Tıpkı Schindler'in Listesi'nde ki kırmızı ceketli kız gibi. Belki bir rüya, belki bir filmden ufak bir sahnenin kesiti fakat o an olan neyse güzeldi. Kadın, adama buluştukları bu semti sevmediğini söyledi buluştuktan sonra konuşurken lafın arasında. İşte bu adamın dolaylı yoldan da olsa duvarına attığı ikinci tekme oldu. Kendi olguları ve yaftaları içinde sıkışıp kalmış olan adama yeni bir yol kapısı olacaktı belki de

(Sahne-İç-Gün)

Akşam devam ediyordu ve adamda zaman mefhumu kalmamıştı artık. Gittikleri konserde çok sevdikleri grup, çok sevdikleri şarkıları çalmaya başlayınca kadında hüzünlenmeye başlamıştı fakat bugün hüzne yer yoktu. Adam, kadının omzuna eline koymuştu, hüznü, kederi geçsin diye ama sahneden o ses çoktan yükselmişti bile; "bir siyah-beyaz fotoğrafım ben.."  sanki nazire yaparcasına. Öyle güzel çalıyordu ki o şarkı, hem adam hem kadın için hüzünlenmemek elde değildi artık. Konser bitmişti ve bu bir bakıma günün de bittiğini gösteriyordu ama belli olan bir şey vardı birbirlerine belli etmedikleri. İkisi de o günün bitmesini hiç istemiyordu. Konser sonrası yerli-yersiz şarkılar yükselmeye başladı. "Kalbin işine bak.." diye giriş yaparken Mor ve Ötesi, kadın, başını adamın omzuna koydu. Adam o an, zaman dursun ve hep böyle kalsın istedi fakat o da biliyordu ki her güzel şeyin bir sonu vardı elbet, ne yazık ki bu durum adam için olabildiğince hızlı ilerliyordu. Belirgin olan şuydu ki adam bunu bilerek yaşadı, bütün gününün tadını çıkararak ve değerini bilerek.

(Sahne-Dış-Gece)

Günün sonu yaklaşıyordu artık. Biraz isteksiz şekilde ne yapmak istediğini sordu adam, dönmek isteyeceğini düşünerek fakat şaşırtıcı bir şekilde kadın kalmak istediğini söyledi. Şarkılar çalmaya devam etti, ikisi zamanın içinde kaybolmaya devam etti. Şarkılar çalmaya devam etti, ikisi 90'lara gitti; "bilirim günler yeniden doğacak / ellerin dokununca yüreğim yanacak" diyordu Tarkan, ellerimizin kavuşacağını bilmeden, bu gecenin sonunu bilmeden..

Gecenin en karanlık olduğu anda, semtin rıhtımında oturdular. Semtin sessizliği, adamın içinden kopan çığlıklara karıştı. Belki son bir şans diye düşündü adam, belki bu sefer son tekmeyle yıkabilirdi kendi ördüğü duvarı diye heyecanlanmıştı fakat olmadı. Kadının derin bakışları ufka değmeye başladı. Belki eski yaşadıkları geldi aklına, belki de başka bir şey. Adam yardımcı olmak istedi ama nafile. Güneş yavaş yavaş yüzünü gösterirken artık ayrılık vakti de kapıya dayanmıştı. 

(Sahne-Dış-Gün)

Evine kadar eşlik etti adam, kadına hiç bir şey konuşmayarak. Evinin önüne geldiğinde, olmadık bir şey oldu. Kadın ayrıldıktan sonra geri koşup adama sarıldı. Ne olduğunu anlamamıştı adam ama kadının tekmesiyle yıkıldı kendi ördüğü duvar ve ardındaki sonsuz çimenliği gördü, umudu yeşerdi tıpkı kadının gözleri gibi ve adamın kalbine Ah Muhsin Ünlü'nün şiirinin son mısraları sıkıştı kaldı, günün ilk ışıklarıyla beraber;

"Lübabeyim, lübabesin, lübabe Rabb'im!"
  

Yorumlar