Terketmedi Sevdan Beni

Uzun zaman olmuştu delicesine ve çılgıncasına gol diye sevinmeyeli.. Ne mutlu ki geçtiğimiz haftasonu yeniden nasip oldu bana, sevinmelerin en güzeli. Sevinirken de farkına vardım ki esasında gole sevinmek değilmiş önemli olan, ne kadar sevdiğimi dile getirmiyormuşum uzun zamandır aslında..

Çok hastalıklı, histerik bir sezonun ardından yeni bir sezona daha başladık ve üzerinden tam 6 hafta geçti. Bu sefer ki başlangıcımız son zamanlara nazaran daha düşünceli ve daha karmaşıktı. Yani geçen senenin döküntülerinin yanına bir de "passolig, e-bilet,tribün, yabancı sınırı, endüstriyel futbol" gibi dertlerimiz de olmuştu. Bu sezonla birlikte çok sevdiğimiz tribünden ayrı kalmak zorunda kaldık. Bizi sistemin kölesi yapmak istediler, hayatımızda en çok değer verdiğimiz kavramla ikilem içinde bırakıp bir seçim yapmamızı istediler. Biz de ne yazık ki o sistemin kölesi olmamayı seçtik fakat sevdamızdan, aşkımızdan gram eksilme olmadı, daha da arttı. Esasında ayrı kalmakta biraz iyi oldu denilebilir çünkü yaşanan ayrılıklar, bağı kuvvetli sevdaları daha güçlendirdiğine inanırım ki öyle de oldu. Mancini döneminde kaybettiğim inancımı, azalan sevdamı yeniden kuvvetlendirdim. Bütün sezonda böyle "idare ederim" diye düşünüyordum ki o malum maç gelene kadar..

Fenerbahçe maçı.. Hayatımda hiç bir maç için bir hafta evvelinden planını yapmıyorken çocukluğumdan beri bu maçın herkesin olduğu gibi bende de yeri çok ayrıdır. Maç gününe kadar yapmış olduğum ve yapmamam gereken her şeyi harfi harfine gerçekleştirip, en son maç günü geldiğinde ise gözlerimi sabahına açtığımda formamı giyip kendimi sokağa bırakırım. Bu sene öyle olmadı tabi ne yazık ki. Maçtan bir evvel ki gece, gözlerimi kapamak için başımı yastığa koyduğumda maça gidemeyeceğim aklıma geldi ve ister istemez hüzünlendim. 

Bu duygularla uyandım maç sabahına ama uyandığımda o çok sevdiğim huzur vardı içimde ve malum tweetimi attım ":)" Uzun zamandır Fenerbahçe maçı sinir ve stresini yaşayamıyordum. Bu sefer öyle olmadı ve maçtan 2 saat evvel tamamıyla bir sinir küpü ve stresten dudaklarımı kemirir haldeydim. Bizim takım ısınmaya çıktığında, ekranda Selçuk'un sakallarını kestiğini görünce içimde ki huzur ikiye katlanmış oldu. Artık zaman geçmiş, her şey bizim çocukların elindeydi. Adını söylemek istemediğim malum hakem, maçın başlama düdüğünü çaldı ve maç başladı. İşin taktiksel boyutuna pek girmeden oldukça tutuk ve oldukça durgun bir oyun sergilemekle birlikte Fenerbahçe'nin kaçan pozisyonlarını izliyorduk maç boyu. Alves'in kırmızı kart görmesiyle oyunun dengesi biraz bize doğru kaymış olsada yine de pek fazla varlık gösteremiyorduk. Son dakikalara girdiğimizde beraberliğin Fener'i kafadan 4 puan ileri atacağı düşünceleri sarmışken beynimi, Sneijder topu aldı ve sadece kaleyi gördü. Son zamanlarda Fener maçlarında gördüğüm, ender "içimi rahat ettiren" gollerden birini attı. Uzun zaman olmuştu delicesine ve çılgıncasına gol diye sevinmeyeli. Sanki dağı taşı yıkarcasına sevindim, hala öyle bir golü nasıl attığının farkına varamayarak. Maç bitimine doğru yaklaşırken topu yine "o" aldı. Götürdü, sürükledi. Bir evvel ki şutun özgüveniyle birlikte mükemmel bir gol daha attı. Bu hayatta edenin her zaman bulduğuna inanırım ve karaktersiz kaleci Volkan'ın yiyebileceği daha güzel iki gol olmazdı. Sneijder'in iki golü, resmen Volkan'a atılmış bir sopa gibiydi. 



Nihayetinde Fenerbahçe'yi yendik. O andan itibaren de en mutlu, en huzurlu adam mertebesine erişmiş oldum. Tıpkı Napoli taraftarlarının söylediği gibi; "Yarın yine borçlarım olacak ama bu gece kral benim!" Öylesine mutlu ve sevinçliydim. Düşündüm ki bu hayatta beni Galatasaray'dan daha mutlu ve memnun edebilecek başka hiç bir soyut veya somut kavram yok. 26 yıldan beri yaşadığım şu zamana en mutlu anlarımın hepsinin içinde dolaylı veya dolaysız olarak bir şekilde yer alabilmişse eğer Galatasaray, benim başımın tacıdır. Gönlümde ki yeri; arş-ı aladır.

                        

                 



               (Sneijder için söylemem gereken çok şey var ama söylemiyorum.) 

Yorumlar