Pazarları Hiç Sevmem!


Haziran'ın 1'i.. Hayatımda ki gereksiz Pazar'lardan bir tanesinin daha ortasındayım ve elimde,avucumda kayda değer, hayatıma katma değerde bulunacak herhangi bir veri veya herhangi bir done olmadığını beyan ederim.

Nicedir ki kalemi elime almıyordum keza yine öyle oldu. En samimiyetsiz yoldan, önümdeki tuş kombinasyonundan düşüncelerimi cümleye dönüştürüyorum ilk defa. Belki samimiyetsiz ama gayet kanlı ve canlı düşünceler bunlar. Gerçi kurşun kalemimin kokusunu ve yazı ahengini hissetmeden biraz zorlanacağımı varsayıyorum ama yine de vira!..

Yüzeysel olarak baktığımda hayatıma, biraz olsun düzene girmiş gibi gözüküyor. Sabit saatleri olan bir işim, tiyatroya ve sahneye geri dönüşüm, amorti de olsa Şampiyonlar Ligi'ne direk katılıyor olmamız elle tutulabilir veriler. Saydıklarımın arasında en memnun edici, en sevindirici olay tiyatro olmuştur muhtemelen. Tiyatro; eski dost, çocukluk arkadaşı. Ne yaparsam yapayım, nasıl kaçarsam kaçayım bir şekilde beni bulan yegane varlık. Kendim için bir şey umut etmek saçma geliyor ama umut ederim ki hayatımın sonuna kadar bu şekilde devam eder. Gerçekten bu hayatta ki tek terapi yöntemim, herhangi bir psikologun çözemeyeceği cinsten sıkıntılarımı alıp götürüyor uzak diyarlara. Dengesiz hayatımı dengeye sokmaya çalışan tek etmendir belki de..

Hayatımı dengesiz bir karakterle idam ediyorum ki bu da bana hiç bir fayda sağlayamadı şimdiye kadar. Hep bir şeylerin ortasında kaldım. Olanla olmayan, iyiyle kötü, doğruyla yanlış, brokoliyle tavuk kanat.. ve her seferinde denge mekanizması olamadım. Bir tarafa giderken, diğeri hep arkada kaldı. Aslında kalmadı, kalmamalıydı zaten ama benim bu dengesiz terazi sistemim yüzünden hep böyle oldu. Çözümünü bulamadığım bir sebep bu ve işin kötü tarafı liglerin bitmesiyle, Galatasaray'dan ayrı kalmamla bu dengesizliklerimin tam mevsimine girmiş bulunmaktayız. Kesin bilgi, acil RT!

Ligler bitti, Galatasaray'dan; yegane, saf ve temiz sevdamdan yine ayrı kaldım. Hem de bu sefer tam bir ayrılık ertesi gibi oldu. Getirilen "e-bilet" saçmalığı üzerine beni öyle bir arafa, öyle bir ikileme attılar ki hayatımda yaşadığım en büyük ikilem oldu, oluyor. Bir tarafta iyice taraftara köle muamelesi yapan -her şeye elini atan, hiç bir şeyde rahat bırakmayan- baskıcı, dikta yönetimi, bir tarafta ise Galatasaray. Şimdiye kadar hiç yenilmedim, durabilecek neresi varsa hep "onlara" karşı dik durdum, taviz vermedim. Fakat bu sefer resmen can evimden vurdular. Karşı koyabilmek güç bu sefer. Bu sezonun fiilen son maçı Gençlerbirliği maçında, sezonun güzel adamlarıyla, maç getirdiğimiz çocuklarla resmen vedalaşır konuma geldik. Halbuki ne güzel maçtı. Kafamın en rahat olduğu maçtı, 2.5 sezondan beri gittiğim en rahat maçtı. İçeri girdim, herkes aynı havada. Candy Crush oynayanlar, ülkeyi kurtarmaya çalışanlar.. Ali Abi'ye; "en azından Ordu maçı gibi bir maç olsa ya" diye söyledim. O da senaryoyu genişleterek "golü de 90'da atarız bu sefer." dedi. Nihayetinde öyle de oldu. Bu sezonun en eğlendiğim maçının sonunda tribüne veda ettim, ne kadar çıkar sesimiz bilmiyorum ama karanlıkların içinden günlerin doğacağına inanarak #EBileteHAYIR diye sessiz çığlıklarımızı büyüterek. Tek koyan ise Drogba'yla vedalaşamamak oldu. 1.5 senede bize rüya gibi bir sezon yaşatan, hiç bir zaman yıkılmayan ve bize de düşmemeyi, yıkılmamayı öğreten adam. Seninle buruk bir ayrılık olmaz. Bu formayı giydiğin için sana minnettarım. (ya o Real'e attığın gol ofsayt olmasaydı?)

"Bana gelince;ben dümdüz giderken, birden sana kıvrılan yol gibiyim." demiş şair tam da öyleyim fakat ortada ne sen var, ne de sana dair bir esinti. Her zaman ki gibi en güzel esintilerim yine en uzaklardan gelmeye başladı. Bir nevi bu sebepsiz Pazar gününde, günümü aydınlık kılan, bu yazıyı yazmama sebebiyet veren de yine bir anda yüzüme çarpan o tatlı esinti oldu. Yoksa ben "Pazarları Hiç Sevmem!"

Yorumlar