Şiddete Meyyalim Vallahi Dertten

Kimi zaman dolu, kimi zaman boş, zaman zaman hoş, bazen çakırkeyf ve sarhoş günlerin içinden geçerek kurşun kalemin eşsiz kokusu eşliğinde başlıyorum yazıya..

Yaşadıklarımı ve gördüklerimi göz önünde bulundurarak ruh halim alabildiğine nötr fakat bir o kadar öfke dolu, bir o kadar nefret doluydu. Son bir ayda olanlar, bitenler tamamen fiyaskoydu. Ondandır ki artık bir polis görmeye, Melih Gökçek'i görmeye ve "uzun adam"ı görmeye tahammülüm kalmadı (tam yazdığım zaman zarfı içinde Ethem'in katilinin tutuklanma talebinin reddi geldi, bu da ufak bir anektod olarak kayıtlara girilsin lütfen.)

Galatasaray kötü, son 2.5 seneden sonra nasıl kötü olunuyorsa öyle kötü. Benim heyecanımı, hırsımı, öfkemi ne yazık ki yansıtamıyorlar. Maçlara giderken "ulan acaba bugün ne olacak?" hissiyati içerisinde gidiyorum. İşin kötüsü bu hayatta ki en değerli varlığıma bile adını koyamadığım gizli öfkelerim oluştu. İşte bütün bunlarla birlikte Fener maçı geldi çattı.

Maçın sabahına uyandığımda "içimin rahat etmediğinin" farkındaydım fakat havada bir o kadar pusluydu ve kasvetliydi. Uzun zamandır böylesine stresli olmamıştım. İtiraf etmem gerekirse Chelsea maçlarında bile yalan streslerim vardı. Bir şekilde yola koyulduk oldukça sessiz ve sedasızdım. Tam anlamıyla gıkım çıkmıyordu. Dostlarım gayet rahat otururken onları bırakıp stada geldim, "direk Seyrantepe'ye gelen metroyla." Yıllardan beri o direk seferi koymadıklarına sinir oldum ve yine içime attım. Bu sene neredeyse hiç huzur bulamadığım "Huzur Mahallesi"ne doğru aheste adımlarımla yürüdüm ve tabi yine "seninleyiz!" çekemeden. Belki de sezonun genel sorunu da buydu ya, neyse. Mahalleye vardığımda gereksiz bir bayram havası hakimdi. O kalabalığı hemen atlatıp tribünde ki yerimi aldım.

Yavaş yavaş güzel insanlarla doluyordu tribün ve gördüm ki herkes de aynı düşünce, aynı öfke mevcuttu. Zaman diğer maçlara nazaran çabuk ilerlemekteydi ve Fener sahaya ısınmaya çıktı. Isınmaya çıkmasıyla birlikte bütün herkes aynı anda küfüre başladı sonrasında bizim takım çıktı sahaya. Sanki bir şeyler olacağının sinyalini verir gibiydiler. Fakat ısınmada asıl olan "O"nun sahaya sahaya çıkmasıyla oldu. Benim dinimin peygamberi, çocukluğumun masal kahramanı Gheorghe "Gica" Hagi Arena'nın çimlerine ayak basıyordu. Çok heyecanlıydı ve ister istemez Atletico Bilbao'ya attığı golü yeniden atar mı diye bekliyorsun. Bu formayı giydiğine binlerce kez şükredip uğurladık Karpatların Maradona'sını ve kaldığımız yerden devam ettik.

(yaptıklarını unutursam eğer kalbim kurusun Hagi..)

Maçın başlamasına kısa süre kalmışken ekip olarak hazırdık. Oyuncular sahaya çıktı, hakemin düdüğüyle birlikte inanılmaz bir gürültü vardı. Isınmada da en çok uğraşılan adam Emre Belözoğlu'yla maç içinde de aynı şekilde devam ederken, 9.dakikada Wesley Sneijder kendine has vuruşuyla golü atarken, bizde tribünde geçen sezon ki Real Madrid maçının 3.gol sevincine göndermede bulunuyorduk. Golden sonra yanan meşalelerle tam eski zamanda ki derbilere doğru gidiyordu maç fakat öfke hala bitmemiş, Emre'yle uğraşmaya devam ediliyordu, Emre'de faullerine, hakem de kart göstermemeye devam ediyordu. Artık tahammülümüz kalmamıştı ve "sahadaki biz" Felipe Melo bunu anlamış olmalı ki en sonunda Emre'yi attırdı. Emre kırmızı kartı görünce tribünde inanılmaz bir gol sevinci oluştu.

İlerleyen dakikalarda futbola dair çok bir şey yaşanmadı fakat Selçuk İnan'ın 85.dakikada ki hareketi galibiyete gölge düşürdü resmen. Mancini'ye sinirlenip formayı çıkarması bu sezon ki performansının üzerine tuz biber oldu. Selçuk bizim için çok büyük değer, bu takımı aşağıdan alıp yukarıya çıkaran adam. Nasıl oldu da yıprattık bu denli birbirimizi anlayabilmek çok güç. Umarım bu karanlık günlerin sonunda bu sorunda çözülmüş olur.

Maç bitimi galibiyet sevinci elbette vardı ama hala içimde kalan öfkeyi atabilmiş değildim, yarım kalmıştı. Hatta keşke Emre (Bu sebepten olacak ki bugün işe geldiğimde ilk işim Torunlar GYO'na mail atmak oldu. Evimin üzerine yaptıkları üç gereksiz bina yetmiyormuş gibi şimdi de Ali Sami Yen'in isminden nemalanmaya çalışmışlar.) Eve gelip kendimle baş başa kaldığımda uzun zamandır meşale kokusuyla tükürük köfte kokusunu aynı anda duymuş olmanın mutluluğu vardı. Ayrıca şu hayatta en mutlu olduğum yerin tribün olduğunun bir kez daha farkına vardım. Üzüntüyü,sevinci,neşeyi,kederi akla gelebilecek bütün duygular orada çünkü.
atılmasaydı diye düşündüm.

Bu galibiyet Eser Hoca'ya biraz, biraz da Gerets'e (Yıllardan beri Kadıköy'de nasıl galip geliniyorsa biz de öyle galip geldik bu sefer. Tıpkı Blok 417'nin açtığı pankart gibi, Welcome To Judgement Day!) ve hiç tanımadığım hatta hangi takımı tuttuğunu bile bilmediğim Mansur Yavaş'a (Şu sıralar galip gelmeyi en çok hak eden adam olduğu için.) ve tabi sana Berkin Çocuk! (Bu hayatta ki herşeyin güzelini hak ettiğin için..)


                                         Seninle alıp veremediğim var ulan Torunlar GYO!




Yorumlar