![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBX0i4SejW3AfdbpuUcpLIBsUrzzRbl6HwWfccAByxOZ-CcwFFPST7tSUzl7RYGfBMM87GElxf9vMJjpVSpZ-iiv1wVE1_FfBPkB1biP0b7vVJnlb-g_J011ySDWEF4X2kH6xHt4qC2Eg/s320/yalnizlik.jpg)
Varlığım ile yokluğum arasında bir yerde, gecenin yalnızlıktan daha az korkutan karanlığındayım. Kavrayamadığım bir zamanda, sabahı garanti etmeyen gecede kıvranmaktayım. Gündüzleri beni ayakta tutması karşılığında içimi boşaltıp, ruhumu hapseden, üzerime bir zırh gibi geçirdiğim “işini bilen” yanıma ancak bu saatlerde meydan okuyup, kendime yaklaşabiliyorum. Ancak bu saatlerde geçip giden günlerin yorgunluğundan, her biten şeyin bıraktığı boşluğun huzursuzluğundan kurtulup, içimde “sen kimsin ve benden ne istiyorsun? ” diye başlayan tek kişilik mahkemeler kurabiliyorum.
Bir gün seninle karşılaşabileceğime olan inancımdan doğan sevgim, böyle gecelerde beni teslim alan hiçliğimin, sınırsızlığımın bile içini doldurdu, anlamını değiştirdi. Olmayana bilinmeyene ve geleceğe bu yüzden iman edişim. Bu yüzden kış günlerinde uzaklardan ışıklarını görebildiğim, sınırlarından girmemin yasak olduğu doğduğum şehre sadakatim. Çıplak ruhumun ıssız ovalarda esen tipilerden üşümemesinin sebebi bu. Sokaklarında seninle karşılaşabilme ihtimalim olan şehrin etrafında annesinden ayrılmak istemeyen bir yavru gibi ısrarlı dolaşmamı ancak sen anlayabilirsin. Bir ihtimalin içinde büyüyen özlemin yüzünden kendime karşı ne günahlar işledim bir bilsen, ne kadar yanımı öldürdüm, ne kadar yanımı canlı canlı bu boş arazilere gömdüm bir anlatabilsem…
Sana dair ümidim ıssız ovalarda yanıma aldığım bir azık gibi yanımda. İnsanların gelmediği, en ulu ağaçların bile rüzgârlardan kamburlaştığı bu sert tepelerde dimdik ve kararlı yürüyebiliyorsam bunun sebebi sensin. Buralarda topraktan çıkmaya çalışan tohumların oluşturduğu tepecikleri ayak izin gibi belledim. Karıncaların yaptığı yolları beni şaşırtmak isteyen patikalar olarak gördüm. Bir ağacın dallarının rüzgârla söylediği şarkılara seni aramamı istemeyen şeytanın işi diye kulak tıkadım. Senin uğruna hayatın tüm güzelliklerini bir tuzak, tüm tatlı yanlarını sana rakip bildim. Duygumu, ilgimi almak isteyen her güzel şeye düşmanlaşarak içimdeki sana olan sevgimin bir inanca dönüşmesine bile bile izin verdim.
Uzun yorucu arayışlarımın birinde, senin sığındığın zamana ve mekana ulaşmaktan vazgeçip seni anlamaya çalışınca, yerini gösteren aklımın pusulalarına itimadımı yitirmeye başladım. Şeytanın kararlarımı etkilemeyeceği, korkuları hala yaşayan eski bir mezarlıkta herkesin fikrini alarak düşündüm. Sana yaklaştığımı sanırken, uzaklaşabileceğimi gördüm. Belki senin yolunda yürürken durup dinlendiğim bir kasabada sen vardın. Belki her gördüğüm ufuk çizgisiyle aramdaki büyük uzaklıkları küçümseyen azmim, senin varlığına âşık olmanın getirdiği kibrim gözlerimi kör etti... Belki bunların hepsi bir ceza, belki de hepsi hak edilmeyen bir ödül... Bu öyle bir arama ki, belki senin içinde başladı senin içinde bitecek, belki nereye baksam nereden başlasam her şey hep senin bana çizdiğin döngüde dolaşıp duracak.
Bu yüzden bu yollar bir yerlere çıkmayacak, bir süre sonra bıraktığım izler birbirini takipten vazgeçip kaybolacaklar. Yürüdüğümün değil, aşkımın ispatı olan bu yollar, beni kendi halime bırakıp gidecek. Ne ileri, ne geri gidilen bu ıssız dağ başında öylece kalacağım. Etrafımdaki tek canlı, rüzgârla söylediği şarkıları günah saydığım ardıç ağacından sığınma talep ederken kızaracağım. Bir sevgi, bir tutku uğruna geldiğim bu yerde, ikimizinde geçmişini hatırlatmayan, hiç yaşanmamış hikâyeleri yıldızlı gecelere anlatma karşılığında onunla anlaşıp bir ev yapacağım… Zamanla zor bir aşktan kaçanlar ya da bir günahı arayanlar buraya tövbe edip yerleşecekler. Temeli sevgi olan bir şehrin, ilk sahipleri belki de biz olacağız.
İtham ediyorum! İçinde aşkların boğazlandığı bu şehrin temelinde de bir aşkın sonucunda, sonuçsuzluğunda yapılan bir ev var… Sevgiyi arayan, sevgisizlikten kaçan, sevgiyi yaşayan insanların kurduğu evler var. Sevginin etrafında bir derviş gibi dönen insanların kurduğu bu şehir geçmişine nasıl ihanet eder... Yasak bir şehir, imkansız bir sevgiyi temelinde barındırabiliyorsa; aşka düşman bu şehir, düşmanının kendini var ettiğini bildiği zaman, ne yapacak! Utancından tek bir eve sığıncaya kadar küçülecek mi, yoksa bir iç savaştan mı geçecek. Bir doğum ancak sevgiden olur; bir büyüme ancak titreyen gözlerin kontrolünde gerçekleşir. Bir şehir; sevginin değil de korkunun titrettiği gözler önünde büyümüşse, aşkı bir gün gelip kendini istila edecek yabancı bir güç saymaya elbette devam edecektir.
Yasakladılar seni, yasakladılar hiç geçmediğimiz sokakları. Öyle mahkemede yargılandım ki, benimle yaşayan içimdeki mahkemelerden bambaşka. Tüm insanlar karşımda. Sınırları şehirle çizilmiş hapishanede yaşamaya mahkûm edildim ben. Tüm insanlarla aynı sokaklarda gezerken onlar özgür, ben mahkûm yaşadım... Evlerden ümidimi kestim, şehirden bir adalet çıkmayacağına inandım. Şehrin hukuk raconuna göre hikâyem, buralarda bitmeyecek kadar ağır suç. Kanunların çizdiği kâğıt üzerinde ömür boyu süren anlaşmalı aşklardan kaçmadan sana yaklaşamayacağımı gördüm. Sürgünsem buralarda, teşekkür etmeliyim aşkın kanını bir gerçek olarak gösteren şehirdeki hâkim duygulara…
Şehir şimdi uzakta, ben böyle bir bekleyişteyim. Çünkü görgü tanığın olarak bir tek ben varım.. Bir sürgündeyim, çünkü senin yokluğunu yaşayan benim. Ne bekleyen halimi, ne beklediğimi kimseye anlatabilirim. Ne çilemi, ne de çilemin çektirdiği acıyı anlayacak bir dergâha ulaşabilirim…
***
Yoktan var ettim ben seni içimde. Sen, içindeki sevginin çokluğundan korkan, bu yüzden yanlış bir insanı sevebileceği kaygısıyla başı önde yürüyen, sevgi duygusunu en zayıf yanı olarak taşıyan halimdesin... Ben seni böyle kayıtsız şartsız bir teslimiyetle bekleyişteyken, sen birçoklarının dünyasında korktukları bir “hata”, bir anlık varlığınla bir yaşamı hapseden “kader”sin. Aynı zamanda bir çocuğun bile çözmesi gereken sevgi alfabesi, sonsuz aşkın şifresisin… Hücrelerimden daha gerçek olarak içimde bir yerde, adını tam oluşturamadığım kelimelerimde gizlisin.
Alakasız her cümlemde, dudağımın ucuna kadar gelen, söyleyemeyip de içime attığım ifadelerimdesin. Kapılardan iddialı girişlerimde, binaların köşelerinden pervasız dönüşlerimde, soruların doğurduğu öfkelerimdesin. Bir çay bahçesindeki boş sandalyede, bir kenar mahallenin, görüş açısı en dar evinin, yeryüzüyle tek irtibatı olan pencerelerinden bakan gözlerdesin. Apansız dönüp hayatımın sırrını yüzüme vuracakmış gibi her zaman önümde yürüyen bir gölgesin. Sen öyle varsın ki kimseye anlatılamayacak kadar güzelsin; sen öyle yoksun ki kimseye söylenilmeyecek kadar büyük bir eksiksin.
Yokluğunda sevginden doğan, beni yaşatan büyük gücü, bir gün karşılaşırsak son nefes tadında sana vereceğim. Bu sözümden ayrılırsam eğer, içimde biriktirdiğim sevgin kadar benden her gün sevgi alacağın olsun. Tüm borçlarımı ödemek için, bir ömür boyu, sevgi tokluğuna yanında yaşarım. Birlikte yaşadığımız her günün gecesinde, başımı yastığa koyduğum anda, o gün var ettiğim tüm sevgimi ince boynuna, gülümsediğini hissettiğim yüzüne, rüzgârın getirdiği şarkıları söyleyen yalnız bir ağaca dönüşerek fısıldar öyle uyurum.
Uyanmasam da hiç, senin için sevgi üreten bedenimi sardığın bir gece, her şeyi anlatmaya yeter. Ben burada sana, sadece bu yazı kadar yaklaşabilmenin verdiği hazla susup bekleyeceğim. Bu hissettiklerimin tümünü yoluma sen çıkana kadar, ne kadar acı verse de, ne kadar ağır olsalar da şikâyet etmeden taşıyacağım.!
Yorumlar
Yorum Gönder